top of page

Güvenlik Alanı

  • Yazarın fotoğrafı: Feyza Nur SAĞLAM
    Feyza Nur SAĞLAM
  • 18 Tem 2024
  • 4 dakikada okunur

Aşık olmak denilince korku ile karışık bir heyecan uyanırdı içimde. Korkardım, kalbime kapılıp gitmekten. Korkardım, sadece duygularımın akışında sürüklenmekten. Ve yine korkardım, bir duygunun beynimi ele geçirmesinden. İnsan aklı başında sevemiyor mu hiç derdim. Birini sevmekten korkardım...


Hayatta hep baki olan kalp ile beyin savaşlarında; beynin hakim geldiği diyarların sonuna gelmiş olma ihtimali korkuturdu beni mesela. Ama heyecanlanırdım da, tüm korkularıma rağmen. İçimdeki o evini arayan prensesin, sarayını ve prensini değil de evini arayan o prensesin, ev kelimesi ile dahi kalbi yerine sığamaz gibi olurdu. Çünkü ev dediğin büyülü bir yerdi, ev dediğin hayatımız boyunca hep aradığımız bir yerdi...


Ve zaman böylece akıp geçerdi. Korkardım, beklerdim. Beklerdim ama yine de korkardım. Kaçardım kendimden ama düşlerimde evime yakalanırdım. Düşünmediğimi sanarken bile gün sonunda defterimde bir eve ithaflar dizerdim. İnsan neden hep evini arar ki zaten, hem de evinde iken? İşte bu hayatımın en cevapsız ve cevabı en net sorusu olmuştu.


Ve böylece aktı, geçti zaman. Akışın bir noktasında ise o girdi hayatıma, yani evim... Belki bir duaya denk geldik, belki yolumuz kader iplerine denk düştü. Belki de gökyüzündeki hayal balonlarımız birbirini sardı ve bize "Hadi siz de sarılın." dedi... Belki'ler çoktu. Belki'leri izaha hiçbir satır yetmezdi... Ama sonuç dediğin tekti. Ve sonuç, bir şükür cümlesinden başka bir şey değildi...


Başlangıcımız ise o hep korktuğum aşktan çok öte bir şeydi. Başlangıcımız, safi bir muhabbetti. Ama sadece bir muhabbet olarak da ifade edemezdik onu. İki sesin zamanda kaybolması ve esasen bir sesin zamanı unutturmasıydı o. Bir seste kaybolmak ve bir sesle bulunmak gibiydi. Kaybolduk ve bulunduk o başlangıçla sanki...


Ve böylece; dünyanın yegane standartları ve tüm fiziki gerçekliklerden sıyrılmış bir şekilde birbirimizi tanıma yolculuğuna başladık. Birbirimizi hiç görmemiştik belki ama birbirimizin ruhlarını çoktan görmüştük. Yıllar boyu taşıdığım korkularımda olduğu gibi, aklım başımdan da gitmemişti mesela. Ama heyecan mı? O hep vardı ve her şeye rağmen aklımı başımda tutmak için çok güç harcamam gerekmişti. Çok susturdum kendimi, çok susturdum düşüncelerimi. Dur, düşünme dedim kendime. "Dur, izle! Bir soru sor, bir cevabını bine yor! O bir konuşunca, onu bine böl! Görmek isteyen bir gözün olsun da onu gör." dedim. Belki bu cümlelerim çok sertti ama bir söz vardı; "Görmek isteyen gözün en başta göreceği çok şey vardır." Ve bir insanı tanımaktan ancak biz mesul olduğumuz için bir dediğini gerçekten de bine böldüm. Onu izledim, onu gözlemledim, onu tanıdım, onu gördüm... Onu görmemek ne mümkündü ki zaten? Ama yüzünü hiç görmedim mesela. Lakin ruhunu görmüştüm çoktan ve böylece geçti zaman. Onu tanıma yolculuğunda fakat aklımı başımda tutma savaşlarıyla...


Ve biz yoldayken; bir noktada, "Yeter" dedim, "Yeter" dedi. Ve nihayetinde, "Yeter artık." dedik. Ardından doğum günümde gördüm onu, gördü beni... Ve işte o an, ancak o ana kadar aklımı başımda tutabileceğimi anladım. Çünkü beynimde sadece tek bir cevap vardı. Bedenimde, dünyaya haykırılmak istenen tek bir cümle vardı;

"Ben evimi buldum!"

"Beni duyun!"

"Ben evimi buldum!"

Ve işte gerisi susmuştu.

Beynim susmuştu.

Ben susmuştum....

Aşk korkularım ise zihnimde bir yerlere gizlenmişti çoktan.


Geleceğimin karşımdaki adam olduğunu biliyordum o anda. Sanki bir sis perdesi içerisinde tüm geleceğim gözümün önünden hızlı hızlı geçmiş gibiydi. O geleceğin heyecanı ise çoktan sarmıştı bedenimi. Çünkü evim, bana gelmişti. Çünkü ben, evimi bulmuştum. Sanki hayatımdaki tüm taşlar yerine oturmuş, tüm sorular cevaplarını bulmuştu...


Ve kendi huzur sokağımıza adım attık böylece. Adımlarımız en başından beri uyumlu olduğundan, bu yolculuğu ne yadırgadık ne de adımlarımızda zorlandık. Tek yaptığımız birer birer adım atmaktı ve böylece sürekli huzura adım attık. Çünkü bu bizim normalliğimizdi. Yeri geldi birbirimizin sesinde kaybolduk, yeri geldi birbirimizin sessizliğinde kaybolduk. Zaman aktı, zaman geçti ve biz birbirimizin yegane zaman eşlikçisi olduk. Birbirine eş ruhlar olduğumuzu ise, ilk görüşten beri biliyorduk...


Sonra zaman yine aktı, yine geçti... Zaman hep geçip gitmekle meşhurdu zaten... Ve o zamanın bir noktasında yine ona söylediğim bir cümle ise, zihnimi en başa götürmüştü; ilk korkularıma... Aşktan hep korkan o küçük prensese...

"Senin yanında iken beynimi kullanmama gerek yok resmen. Her şeyi benim adıma düşünüyorsun yahut ben senden talep ediyorum ve hemen hallediyorsun. Benim tek yapmam gereken elini tutmak ve senin zaman eşlikçin olmak. Hiçbir şeyi düşünmeme, hiçbir şey için kaygılanmama gerek yok. O kadar rahatım ki senin yanında, prensesler gibiyim..." İşte ona tam da böyle dedim ve bir aydınlanma yaşadım;

Bir zamanlar, aşık olup da beynimi kullanamayacak hale gelmekten korkar iken; şimdilerde ise bazı anlarda güven mekanizması ile onun yanındayken beynimi kullanmaya dahi gerek duymayan biri haline gelmişim.

Sanırım güven buydu, değil mi?

Korkularımızın yegane ve biricik susturucusu...

Son söz yerine;

Mesele, yaşamak için birine ihtiyaç duymak yahut kendi işini dahi yapamayacak kadar aciz biri olmak değildi. Mesele, artık bazı şeyleri bırakabileceğin birinin hayatında olmasıydı. "Bunu düşünmek zorunda değilim, o halleder." diyebileceğin birinin olmasıydı. Ve onun elini tutup hesapsızca yürüyebilme özgürlüğüne sahip olmaktı mesele. Hayatın boyunca ne denli yorulduğunu bilmeden yaşayıp giderken bir omuzda tüm yorgunluklarını bırakmaktı mesele. Susturma tuşu olmayan zihnini dinlenme moduna alan huzur kıyına varmaktı mesele. Ama körü körüne birine kendini bırakmak da değildi asla.

Çünkü asıl mesele, güvendi.

İlmek ilmek inşa edilen bir güven.

Birine güvenmek,

Başını omzuna yaslamak,

Elini tutmasına izin vermek,

Ve güvenlik alanına varmak...



Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Hakkımda

WhatsApp Image 2024-07-26 at 10.17.38.jpeg

İnsan dediğin, esasen bir puzzle parçasını oluşturan kişiliğinin; her bir parçasını öncelikle özenle tanımalı. Ardından o parçaların kendisinin bir parçası olduğunu bilerek onları kucaklamayı öğrenmeli. Böylece, her bir parçanın esasen bir resmi oluşturmak için ne derece öneme sahip olduğunu görmeli ve yine her bir parçanın hayatındaki varlığını korumayı amaç edinmeli. Ve işte burası da benim bir puzzle parçam ve çok daha ötesi... Çünkü yazmak, bir hayatta kalma meselesi... Her hal ile yazmak ise ondan çok daha ötesi...

Kategoriler

Zaman Akışı

Abone olun;

Abone Olun!

Abone olduğunuz icin teşekkürler...

© 2022 by Herhalile

bottom of page