top of page

Ne çıkmaz sokaklar gördük sanrısı!

  • Yazarın fotoğrafı: Feyza Nur SAĞLAM
    Feyza Nur SAĞLAM
  • 22 Haz 2023
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Tem 2024

Oysa herkes evine dönmek isterdi, oysa bir zamanlar evime dönmek isterdim. Tüm yolların sonu eve çıkar derlerdi ve hep de çıkardı. Ama şimdilerde, tek isteğim evimden kaçmak iken, tüm bu düşünceler karşımda bir dağ gibi duruyor. Eğer ev olgusu o kadar muhteşem ve huzur dolu bir şey idiyse, şuan kaçmak istediğim mekan da evim değildi sanırım. Zihnimde bu şehrin tüm sokaklarını nasıl birer birer yürüdü isem; işte aynen o şekilde bu evden de kaçmıştım çoktan. Bedenimin burada oluşu ise kifayetsizdi.


Peki o zaman evim neresiydi, işte o meçhuldü. Bir insana sığınıp evim diyerek işin içinden sıyrılmak da istemiyordum. Kaplumbağaların kabuğu kendi evleri ise, bedenimiz de kendi evimiz olsaydı keşke. Ama bazen, bu beden bile çok ağır geliyordu bana. Ve bedenim de evim değildi, bunu biliyordum, gerçi bu bedeni evi olarak kabul etmeyen de bendim ya, neyse... Keşke bir kaplumbağa olsaydım değil mi? O zaman her şey çözüme kavuşurdu... Bazen hayatın orta yerinde, bir yirmi dört sene sonra durup; keşke bir kaplumbağa olsaydım dersin işte. Yaşamak dediğin buydu. Yaşıyorum ben, anlıyor musunuz? Görmeniz asla yeterli değildi, anlamanız gerekirdi...


Tüm bu her şeyin, her haltın sebebi; yıllarca susturulan cümlelerim miydi yoksa konuşmamak için kendimden gizli yemin mi etmiştim? İkisi de olabilirdi. O zamanlar, o suskun cümlelerin beni bu hale getireceğini bilmiyordum ya; bu en büyük pişmanlıklarımdan biri olabilirdi. Hadi olsundu o zaman! Neyin ne kadar etkisi olduğunu hep yaşayınca görüyorduk ya; geçmiş ve geleceğin bütünselliği gibiydi bu. Kelimeler hep bir parçamdı ve bu bakiydi. Yeri geldi bana küsmüşlerdi, yeri geldi dost olmuşlar idi. Ama hep bir kırgınlık da baki idi, görüyordum. Biliyordum, kelimeler bana kırgındı. Ve belki de tüm bu yaşama faaliyetinin sebebi buydu. Evet, bu olsa gerekti... Ne demiştik?

Yaşıyorum ben, anlıyor musunuz? Görmeniz yetmezdi, anlamanız gerekirdi...


Ne olduğunu, nerede olduğunu bilmediğim evim de bana kırgın mıydı acaba? Hani hep evimize dönerdik ya, hani tüm fırtınalarda evimize sığınırdık ya, hani evimizde ağlardık ya! Tüm bunlardan uzak olan ve neresi olduğunu bilmediğim o evim, neden gelmiyorsun diyor muydu bana? İngilizler "home" ve "house" diyerek ev için iki ayrı kelime bulmakta haklı olsa gerekti herhal. Biz niye ev diyorduk ki sadece? Al bak işte, tek kelime ile anlatmak çok zor!


Şimdilerde ise; ev statüsünde olarak görülüp kabul edilen o yerde, fakat insanlar tarafından bir statüden öte ve tüm iyi şeyleri içine almış bir yapı olarak görülen o yapıdan uzak o yerde, oraya ait olmak ve olmamak arasında gidip geliyorum. İnsan evinden kaçmak istemezdi, biliyorum. O zaman bu sığamadığım yere ne demeliydim, işte onu bilmiyordum. Annemin deyimiyle, otel olsa gerekti. Müşterinin sevilmesinden ötürü bedava kalınmasına izin verilen bir otel... Ne şanslıydım değil mi ama?! Şans deyince de bendim işte, anlasanıza!


Sahi, ev neydi? Evimi bulamadığım için mi böyleydim yoksa terk ettiğim için mi? Aslında ev denilen yere doğduğum fakat orada ev hissini alamadığım için cezalandırıyor muydum kendimi yoksa? Çünkü yapardım, bilirdim, konu kendimi cezalandırmak olsundu!


Bahaneler ne çoktu değil mi? Ne çok gerekçe ve ne çok ihtimal vardı, cevaplar için. Oysa cevap dediğin tekti. Ve bense tek bir cevaba sığınmayı, tek bir cevap ile yüzleşmeyi sevmezdim ki. Ben kaçmayı severdim. Lanet düşüncelerim yüzünden evimden kaçmayı mesela. Ama ne demiştik?

Zihnimde ben evimden kaçmıştım çoktan...

Peki o kaçan zihnim mi neredeydi? Belki de, çıkmaz bir sokağa girmiş olduğunu kabullenmek istemiyordu ve o yüzden bir saattir ev imgesi altında saçmalıklar dizdiriyordu o zihin! Ama belli ki ben, bir çıkmaz sokağa girmiştim. Çıkmaz sokak gerçekten de çıkmaz değildi ve neden bu ismi koyduklarını anlamıyordum. Ama çıkması çok zor olan o sokaktaydım ben sanırım. İçimde delice şefkat arayan bir kız çocuğu vardı ve o küçük çocuk; o lanet çıkmaz sokakta biri onu bulsun, ona sarılsın, geçti desin istiyordu. İçimdeki o delice şefkat arayan o çocuk! İşte o çocuk o çıkmaz sokakta; güven ve şefkat hissi altında günlerce ağlamak, sonra günlerce susmak, sonra günlerce konuşmak ve sonra yine günlerce susmak istiyordu. Ama büyümüş benliğim ise, o sokaktan kendi başıma çıkabileceğimi bana haykırıyordu. Her şeyi kendi başına çözme amacını ve yaşam biçimini edindiğim günlere hem lanet okuyor hem de bir şefkatle yanaşıyor, sonra da bu iki duygu arasında gidip geliyordum. Neydi derdim benim? O çıkmaz sokağı, pardon o çıkması çok zor olan sokağı, ev mi bellemiştim kendime? Al bak işte, konu yine eve geldi. Neydi bu ev yaaa? Ne kadar da yüce bir şey idi?!


Sahi,

Çıkmaz sokaklara da ev diyebilir miydik?


İçimdeki küçük çocuğun bir azarı hak etmediği aşikardı ama bir ev aradığı için onu suçlayan da yine bendim. Bu ne biçim dünyaydı ya?! İlla bir eve ihtiyacımız mı vardı? Yaşıyorduk işte, yetmiyor muydu? Evde olunca mı yaşıyor oluyorduk illa? Peki o zaman ben ne yapıyordum? "Yaşıyor sayılır", statüsünde mi takılıyordum yoksa? Tamam be, ben yaşıyor sayılır hükmündeyim, anladık!


Ah benim bu yontulmamış öfkem!


Ah benim bu bitmez sorularım! Ah benim bu sorusuz cevaplarım ve cevapsız sorularım! Ah bu ben! Ah bu içimdeki çocuk! Ah bu lanet çıkmaz sokak ve ah bu ev düşüncesi lanetine kapılmış zihnim! Ah bu bana bir türlü ev olamayan bedenim!


Hepinize selamlar, saygılar, sevgiler ve öfkeler!

Peki ben mi ne yapıyorum? Yaşıyorum dedim ya, anlasanıza! Çünkü görmeniz yetmezdi, anlamanız gerekirdi... Lütfen nerede olduğumu ise sormayın, ya bir çıkmaz sokak ya da ev olup olmadığına halen karar veremediğim bir yapı derim. Ama sizler beni yaşıyor olarak bilin, bu kafi. Anlıyor musunuz? Çünkü görmeniz yetmezdi, anlamanız gerekirdi...


Son sözler de bir saattir dediğimiz çıkmaz sokakların dile geldiği şarkıdan gelsin, Eflatun konuşsun şarkısı ile;

"Korkularıyla yüzleşiyor insan er ya da geç Bir telaş sarıyor önce yüreği Gerçeklerle yüzleşiyor insan er ya da geç Bak mesela benim gibi

Ne karanlık odalardan Ne masallardaki cadılardan korktum Sensizlikten korktuğum kadar

Ne çıkmaz sokaklar gördüm Ne diyarlar gezdim durdum Kaybolmadım sendeki kadar İnan ki kaybolmadım sendeki kadar

Azar, azar gözlerini kapat Usul, usul ellerini uzat Ben tutarım yine ben duyarım seni..."





Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Hakkımda

WhatsApp Image 2024-07-26 at 10.17.38.jpeg

İnsan dediğin, esasen bir puzzle parçasını oluşturan kişiliğinin; her bir parçasını öncelikle özenle tanımalı. Ardından o parçaların kendisinin bir parçası olduğunu bilerek onları kucaklamayı öğrenmeli. Böylece, her bir parçanın esasen bir resmi oluşturmak için ne derece öneme sahip olduğunu görmeli ve yine her bir parçanın hayatındaki varlığını korumayı amaç edinmeli. Ve işte burası da benim bir puzzle parçam ve çok daha ötesi... Çünkü yazmak, bir hayatta kalma meselesi... Her hal ile yazmak ise ondan çok daha ötesi...

Kategoriler

Zaman Akışı

Abone olun;

Abone Olun!

Abone olduğunuz icin teşekkürler...

© 2022 by Herhalile

bottom of page